COVID-19 salgınına ilişkin idari para cezalarıyla ilgili olarak alınan bir Anayasa Mahkemesi kararı incelenmiştir. Kararda, 7420 sayılı Kanun’un geçici 4. maddesinde yer alan bir kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu belirtilmektedir. Covid-19 Para Cezası İadesi | Covid-19 Tedbirleri Kaynaklı Para Cezasının İadesi | Maske Cezası İptali | Pandemi Para Cezası İadesi | Maske Cezası İadesi
Söz konusu kural, COVID-19 salgınıyla mücadele kapsamında uygulanan idari para cezalarının tebliğ edilmeyeceğini ve tahsil edilen cezaların iade edilmeyeceğini öngörmektedir. Başvuru kararında ise bu durumun hukuki güvenlik ve öngörülebilirlik ilkelerine aykırı olduğu ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği savunulmaktadır.
Anayasa Mahkemesi, kanun koyucunun tahsil edilemeyen alacaklar için kolaylaştırıcı tedbirler alabileceğini ve bu konuda takdir yetkisine sahip olduğunu belirtmektedir. Ancak, söz konusu kuralın diğer muhataplarla farklı bir muamele oluşturduğu ve bunun makul bir sebebe dayanmadığı vurgulanmaktadır.
Salgının hızlı yayılmasını önlemek amacıyla alınan tedbirlerin vatandaşların yeterli bilgi sahibi olmamasından kaynaklanan uyum sorunlarını göz önünde bulundurması gerektiği ifade edilmektedir. Bu nedenle, idari para cezası alan kişiler arasında farklılık yaratmanın nesnel ve makul bir sebebe dayanmadığı sonucuna varılmıştır.
Ayrıca, daha önceki bir kararda da sokağa çıkma yasağını ihlal etme fiili özelinde benzer bir durumun Anayasa’ya aykırı olduğu belirtilmiştir.
Sonuç olarak, Anayasa Mahkemesi, söz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğuna karar vermiş ve iptal etmiştir. Bu karar, COVID-19 salgınıyla ilgili idari para cezalarının uygulanmasında adalet ve eşitlik ilkesine uygunluğu önemli ölçüde etkileyecektir.
Covid-19 Kapsamında Tahsil Edilmiş Olan İdari Para Cezalarının İade Edilmemesini Öngören Kuralın Eşitlik İlkesine Aykırı Olduğu Gerekçesiyle İptali
Anayasa Mahkemesi 5/4/2023 tarihinde E.2023/44 numaralı dosyada, 7420 sayılı Gelir Vergisi Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un geçici 4. maddesinin ikinci cümlesinde yer alan “…tahsil edilmiş olan idari para cezaları iade edilmez.” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline karar vermiştir.
İtiraz Konusu Kural
7420 sayılı Kanun’un geçici 4. maddesinde, COVID-19 salgın hastalığının ülkemizde yayılmasını önlemek amacıyla 11/3/2020 tarihinden itibaren bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihe kadar verilen ve 7420 sayılı Kanun’un yayımlandığı tarih itibarıyla ilgilisine tebliğ edilmemiş olan idari para cezalarının tebliğ edilmeyeceği, tebliğ edilmiş olanların tahsilinden vazgeçileceği, bu maddenin yürürlük tarihinden önce işlenen söz konusu kabahatler için idari para cezası verilmeyeceği, tahsil edilmiş olan idari para cezalarının iade edilmeyeceği hükme bağlanmıştır. Anılan maddede yer alan “…tahsil edilmiş olan idari para cezaları iade edilmez.” ibaresi itiraz konusu kuralı oluşturmaktadır.
Başvuru Gerekçesi
Başvuru kararında özetle; idari para cezası düzenlenmesine rağmen henüz tahsil edilmeyen idari para cezalarının tahsilinden vazgeçilirken aynı nedenle tahsil edilmiş olan idari para cezalarının ilgilisine iade edilmemesinin hukuki güvenlik ve öngörülebilirlik ilkelerine aykırı olduğu, aynı nedenden dolayı haklarında idari yaptırım uygulanan kişilerin farklı muameleye tabi tutulması suretiyle eşitlik ilkesinin ihlal edildiği belirtilerek kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Mahkemenin Değerlendirmesi
COVID-19 salgın hastalığının ülkemizde yayılmasını önlemek amacıyla uygulanan idari para cezalarından tahsil edilmiş olanlar ile tahsil edilmemiş olanlar arasında farklı hüküm öngören kuralın mülkiyet hakkı bağlamında eşitlik ilkesi yönünden incelenmesi gerekmektedir.
Anayasa Mahkemesi, kanun koyucunun yasama yetkisinin genelliği ilkesi gereğince, anayasal ilkelere aykırı olmaması koşuluyla tahsil edemediği alacaklarının tahsilini gerçekleştirmek için birtakım kolaylaştırıcı tedbirler alma veya tahsilinden vazgeçme yolunu seçebileceğini ve bu hususta kamu alacakları arasında sınıflandırmaya gitme ve bu sınıflandırmayı yaparken esas alacağı benzerlik ve farklılıkları belirleme konusunda takdir yetkisine sahip olduğunu kabul etmektedir. Bununla birlikte Mahkeme, itiraz konusu kuralın anayasallık denetimi bakımından anılan kararlardan farklı özellikte olduğu değerlendirmiştir.
Kuralla, COVID-19 salgın hastalığının ülkemizde yayılmasını önlemek amacıyla uygulanan tüm idari para cezalarına ilişkin düzenleme yapılmış olup idari para cezasına tabi tutulan fiiller açısından herhangi bir ayrıma gidilmediği görülmektedir. Bu doğrultuda COVID-19 salgını ile mücadele etmek amacıyla alınan tedbirlere uyulmadığının tespit edildiği durumlara ilişkin olarak 1593 ve 5236 sayılı Kanunlara dayanılarak hakkında idari para cezası uygulananların karşılaştırma yapılmaya müsait olacak şekilde benzer durumda oldukları anlaşılmaktadır. Eşitlik ilkesinin gereği olarak karşılaştırma yapılmaya müsait olacak şekilde benzer durumda olanlar arasından bir kısmı lehine getirilen farklı düzenlemenin ayrıcalık tanınması niteliğinde olmaması için nesnel ve makul bir temele dayanması ve ölçülü olması gerekir.
Bu bağlamda daha önce karşılaşılmayan yeni tip bir virüs olan ve insandan insana temasla bulaşarak kısa sürede yayılabilen COVID-19 virüsünün bulaşıcılığının önlenebilmesi ve hastalığın yayılma hızının düşürülebilmesi için uygulanan tedbirlerin hızlı, yaygın ve etkili bir şekilde alınması nedeniyle pek çok vatandaş konu ile ilgili yeterli bilgisi olmamasından dolayı tedbirlere hemen uyum sağlayamamış ve tedbirlere uyamaması sonucunda idari para cezasına muhatap olmuştur. Bunun yanı sıra vatandaşın konu ile ilgili yeterli bilgisi olmaması nedeniyle getirilen tedbirlere uyamaması durumu, sadece takip ve tahsil işlemlerine başlanılmamış idari para cezalarının muhatapları açısından değil, hakkında uygulanan idari para cezasını ödeyenler için de geçerlidir. Bu nedenle söz konusu durumun salgın hastalığın ülkemizde yayılmasını önlemek amacıyla uygulanan idari para cezalarının muhataplarının farklı muameleye tabi tutulması için nesnel ve makul bir sebep olarak kabul edilmesi mümkün değildir. Öte yandan söz konusu idari para cezalarının muhataplarının farklı muameleye tabi tutulmasını gerektirecek başkaca nesnel ve makul bir sebep tespit edilememiştir. Bu itibarla kuralla idari para cezalarının muhatapları arasında oluşturulan farklı muamelenin nesnel ve makul bir temele dayanmadığı sonucuna varılmıştır.
Bunun yanı sıra kararda, Anayasa Mahkemesinin Mustafa Karakuş ([GK], B. No: 2020/34781, 17/1/2023) kararı ile sokağa çıkma yasağını ihlal etme fiili özelinde COVID-19 salgın hastalığının ülkemizde yayılmasını önlemek amacıyla 1593 sayılı Kanun uyarınca uygulanan idari para cezalarının Anayasa’nın 38. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen suçta ve cezada kanunilik ilkesini ihlal ettiği sonucuna varıldığı da gözönünde bulundurulmuştur.
Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle kuralın Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline karar vermiştir.
İlgili kararın tamamına ulaşmak için tıklayınız.
Davalarınızda ve başvurularınızda uzman avukattan yardım almak hukuki açıdan sizi koruyacaktır. Detaylı bilgi için Ankara’daki Avukatlık Ofisimizi ziyaret edebilir ya da telefon numaramızdan (0312 268 34 34) bize ulaşabilirsiniz. | Ankara Avukat | Anayasa Mahkemesi Başvurusu
Bu sitede yer alan yazılar sadece bilgilendirme amaçlıdır. Bu yazılardan kaynaklı herhangi bir sorumluluğumuz bulunmamaktadır. Sitemizdeki makale ve yazıların kopyalanarak, kaynak gösterilmeden, izinsiz bir şekilde başka yerlerde yayınlanması halinde gerekli hukuki işlemler başlatılacaktır.
Turkish citizens residing abroad may be deprived of many rights provided by the country they reside in if they do not have dual citizenship. To prevent this situation and protect the rights of Turkish citizens, the blue card application offers an important solution. The blue card is an official document used to protect many rights that Turkish citizens possess. Having knowledge about the blue card application is crucial for the protection of rights and prevention of grievances.
The blue card is an official document given to Turkish citizens residing abroad to enable them to exercise their rights. With the blue card, citizens can continue to benefit from most of the rights enjoyed by Turkish Republic citizens and some social security-related rights. Additionally, the blue card can be used as an official identification document, replacing the need for a national ID card. Citizens holding a blue card are not treated as foreigners in official matters.
Those eligible to apply for a blue card are individuals who are born as Turkish Republic citizens but are at risk of losing their Turkish citizenship due to obtaining permission to reside in another country, along with their descendants up to the third degree. To be eligible for a blue card, two important conditions must be met:
The person must have at least one parent who is a Turkish Republic citizen by birth. It is sufficient for only one parent to be a Turkish citizen to meet this requirement. They must obtain an exit permit from the Ministry of Interior. Individuals who lose Turkish citizenship due to reasons other than obtaining permission to reside in another country cannot apply for a blue card.
Blue card holders can reside in Turkey without any time restrictions and can benefit from many rights granted to Turkish citizens. However, blue card holders are deprived of certain rights, which include:
The right to vote and be elected The right to import vehicles and household goods with exemption The right to hold primary and permanent public service positions The obligation to fulfill military service
To apply for a blue card, a written petition must be prepared, stating the request for the card and including a photograph of the applicant. Additionally, official documents certified by the relevant authorities indicating the applicant’s foreign citizenship should be submitted during the application process.
If the application is deemed lawful, a blue card will be issued and delivered to the applicant. The process can be carried out through population directorates in Turkey or Turkish missions abroad. Once the blue card is issued, the process is complete, and the descendants of the cardholder are registered in the registry of blue card holders.
Blue cards can be changed under certain circumstances. Requests for changes may be based on card loss, renewal, new registration, or birth, among others. Blue card holders are responsible for notifying the relevant authorities of such changes. There is no specific information in the law regarding the validity period of the blue card.
Children of blue card holders can also become blue card holders through applications made by their parents. In such cases, applications should be made using the legal procedures.
In conclusion, the blue card application is an important document that enables Turkish citizens living abroad to protect and exercise their rights. Blue card holders can reside in Turkey, enjoy many rights, and are subject to certain limitations. It is important to be cautious about the application process and what to do in case of card loss.
Seeking assistance from an expert attorney in your legal cases and applications will ensure your legal protection. For detailed information, you can visit our Law Office in Ankara or contact us at our phone number (0312 268 34 34). | Blue Card Attorney | Blue Card Application
The articles on this website are for informational purposes only. We do not assume any responsibility for the content of these articles. In the event that these articles are copied, published, or distributed without permission and without proper attribution, necessary legal actions will be taken.
Fuhuş suçu ve cezası ile ilgili olarak Türk Ceza Kanunu’nun 5237 sayılı kanunun 227. maddesinde düzenlemeler bulunmaktadır. Fuhuş, kişinin karşılığında para almak suretiyle başka bir kişi ya da kişilerle cinsel ilişkiye girmesi olarak tanımlanır.
Fuhuş suçunun mağduru, genellikle fuhuşa zorlanan veya fuhuşa teşvik edilen kişidir. Kanun koyucu, fuhuşa zorlanan veya fuhuşa teşvik edilen kişinin yaşı göz önüne alınarak mağdurlar arasında ayrım yapmaktadır. 18 yaşından küçükler birinci fıkra kapsamında mağdur olarak kabul edilirken, yetişkinler ikinci fıkra kapsamında mağdur olarak kabul edilmiştir. Cinsiyet açısından da herhangi bir ayrım yapılmaz, yani erkekler de kadınlar gibi fuhuş suçunun mağduru olabilirler.
Fuhuş suçuyla ilgili olarak TCK’nın 227. maddesinin dördüncü fıkrasında da nitelikli haller belirtilmiştir. Bu fıkraya göre, cebir, tehdit, hile veya çaresizlik kullanılarak bir kişinin fuhşa sevk edilmesi veya fuhuş yapmasının sağlanması durumunda, fail hakkında verilecek ceza yarıdan iki katına kadar artırılabilmektedir. Bu nitelikli hallerde failin mağdura karşı baskı ve zorlama kullanarak fuhşa sürükleme veya fuhşa zorlama eylemlerinde bulunduğu kabul edilmektedir.
Ayrıca, beşinci fıkra ise fuhuş suçunun belirli kişiler tarafından veya kamu görevi veya hizmet ilişkisinin kötüye kullanılarak işlenmesi durumunda cezanın yarı oranında artırılacağını belirtmektedir. Bu hüküm, fuhuşa teşvik veya aracılık eden kişinin belirli statüdeki kişilerden olması veya kamu görevi veya hizmet ilişkisinden kaynaklanan nüfuzunu suçun işlenmesinde kullanması durumunda cezada artış öngörmektedir.
Son olarak, altıncı fıkra ise fuhuş suçunun örgüt halinde işlenmesi durumunda cezanın yarı oranında artırılacağını belirtmektedir. Bu hüküm, fuhuş suçunun organize bir şekilde gerçekleştirilmesi durumunda cezada artışa gidilmesini öngörmektedir.
Davalarınızda uzman bir avukattan yardım almak hukuki açıdan sizi koruyacaktır. Detaylı bilgi için Ankara/Sincan’daki Avukatlık Ofisimizi ziyaret edebilir ya da telefon numaramızdan (0312 268 34 34) bize ulaşabilirsiniz. | Ağır Ceza Avukat | Ankara Ceza Avukat
Bu sitede yer alan yazılar sadece bilgilendirme amaçlıdır. Bu yazılardan kaynaklı herhangi bir sorumluluğumuz bulunmamaktadır. Sitemizdeki makale ve yazıların kopyalanarak, kaynak gösterilmeden, izinsiz bir şekilde başka yerlerde yayınlanması halinde gerekli hukuki işlemler başlatılacaktır.
TCK madde 128’de belirtilen İddia ve savunma dokunulmazlığı başlıklı kanun maddesinde;
“Yargı mercileri veya idari makamlar nezdinde yapılan yazılı veya sözlü başvuru, iddia ve savunmalar kapsamında, kişilerle ilgili olarak somut isnadlarda ya da olumsuz değerlendirmelerde bulunulması halinde, ceza verilmez. Ancak, bunun için isnat ve değerlendirmelerin, gerçek ve somut vakıalara dayanması ve uyuşmazlıkla bağlantılı olması gerekir.” denilmektedir.
Aynı zamanda T.C Anayasası’nın “Hak arama hürriyeti” başlığı altında 36. Maddesinde;
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” derken savunma hakkını iddia ile birlikte hak arama özgürlüğü içerisinde değerlendirmiştir.
Avukat, temsil ettiği tarafın çıkarların, öteki tarafın bundan doğabilecek zararlarını düşünmeden sert ve hatta merhametsiz bir biçimde savunmak durumundadır (A. Egger-İsviçre Medeni Kanunu Şerhi – I.Cilt- Giriş ve kişinin Hukuku – Ankara -1947-Volf Çernis çevirisi Sayfa 299, N. 61/c) (M.R. Karahasan-Tazminat Davaları – İstanbul 1970-sayfa 559) nisimİ.Franko -Şeref ve Haysiyete Tecavüzden doğan manevi zararın tazmini -Ankara 1973-Sayfa 110 vd.)
Ancak, savunma dokunulmazlığının da bir sınırı mevcuttur ve bu sınır, Egger’in de açıkça belirttiği gibi (age-299) haklı yararları korumanın çizdiği sınır ile sınırlıdır. Diğer bir deyimle dava ile korunan çıkarın haklı gösterdiğinden öteye gitmeyen, bir taşkınlık teşkil etmeyen, hakkın korunması için gerekli bulunan ve yersiz biçimde saldırgan olmayan, objektif bir üslupla yapılan savunma, hukuka aykırı değildir. Buna karşılık, avukatın, temsil ettiği tarafın çıkarlarının korunmasının gerektirdiği ölçüyü ve objektif bir tartışma sınırını aşan, yersiz ve icapsız olarak karşı tarafın kişiliğini hedef tutan, onu küçük düşürmeye ve dürüst olmayan bir kişi olarak göstermeye yönelik saldırılar hukuka aykırıdır ve avukatın sorumluluğunu gerektirir.
Savunma dokunulmazlığı ancak leh ve aleyhlerinde hüküm verilebilecek olan taraf ve vekilleri için geçerlidir. Bunlar dışında kalan kimselere yönelik hareket ve sövme fiilleri bu hükümden yararlanamaz.
Son olarak vurgulanması gerek bir husus da ceza davalarında müdafilerin söz ve yazılarından dolayı hükmedilecek tazminattan müdafinin sorumlu olacağıdır.
Bu sitede yer alan yazılar sadece bilgilendirme amaçlıdır. Bu yazılardan kaynaklı herhangi bir sorumluluğumuz bulunmamaktadır. Sitemizdeki makale ve yazıların kopyalanarak, kaynak gösterilmeden, izinsiz bir şekilde başka yerlerde yayınlanması halinde gerekli hukuki işlemler başlatılacaktır.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu m.71 uyarınca “dava ehliyeti bulunan herkes, davasını kendisi veya tayin ettiği vekil aracılığı ile açabilir ve takip edebilir.” Devamında m.72 göre “davanın vekil aracılığıyla açılması ve takip edilmesinde, kanunlardaki özel hükümler saklı kalmak kaydıyla, Borçlar Kanunu’nun temsile ilişkin hükümleri uygulanır.”
Bazı durumlarda vekilin davayı takip etmesi için vekaletnamede özel yetki bulunması gerekir. Böyle durumlarda özel yetki gerektiren hakların kullanılması için vekile, vekalet veren tarafından verilen vekaletnamede özel yetkinin tanınması gerekir. Özel yetki gerektiren durumlarda vekile verilen vekaletnamede özel yetkinin bulunmaması halinde söz konusu işlemler yapılamaz. Bu işlemler HMK m.74’te şu şekilde sayılmıştır;
“Açıkça yetki verilmemiş ise vekil;
Söz konusu durumlar kanunda sınırlı olarak sayılmıştır.
HMK m.74’te sayılan konularda vekilin açıkça yetkisi bulunması gerekmektedir. Vekilin bu hallerde yetkisinin bulunması bir dava şartıdır. Dava şartlarından birinin eksik olması halinde nasıl hareket edileceği HMK m.115’te belirtilmiştir. Vekaletnamede bulunması gereken özel yetkinin bulunmadığı hallerde bu durumun giderilmesi mümkün bir dava şartı olduğu Yargıtay Kararları doğrultusunda söylenebilir. Buna göre HMK m.115/2 uyarınca “Mahkeme dava şartı noksanlığı tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Ancak söz konusu eksiklik giderilmesi mümkün ise bu durumda eksikliğin giderilmesi için Mahkeme kesin süre verir. Kesin sürede eksikliğin giderilmemesi halinde dava şartı yokluğu nedeniyle davanın reddine karar verir.”
ÖRNEK YARGITAY KARARI
T.C. YARGITAY
2. HUKUK DAİRESİ 1997/6795 E., 1997/8177 K., 11.7.1997 T.
MİRASIN REDDİ ( Genel Vekaletnameyle Yapılabileceği )
818/m.386,388,390
1136/m.171
1086/m.33,63
743/m.545
ÖZET : Tereke üzerinde tasarruf şahsa bağlı haklardan olmadığından, mirasın reddi genel vekaletname ile yapılabilir.
DAVA : Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda, mahalli mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle; evrak okunup, gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : Vekalet, vekilin yapması gereken işin gerektirdiği tüm işlemleri kapsar. Ancak özel yetkisi olmadan vekil dava açamaz, sulh olmaz, tahkim edemez, kambiyo taahhüdünde bulunamaz, bağışlayamaz, bir taşınması temlik veya bir hak ile sınırlayamaz ( BK. md. 388 ). Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 63. maddesi gereği bunlara ilaveten, ibrada bulunamaz, davayı kabul veya davadan feragat edemez, yöneltilen yemini kabul veya dava konusunu kabz edemez ve haczi çözdüremez. Bunların dışında hakimlerin reddi ( HUMK. 33), başkasına vekalet verilmesi ( BK. 390, Avukatlık K.171 ), hakimler aleyhine dava açılması, Anayasa Mahkemesi’nde dava açılması hallerinde de özel yetki gereken haller arasında öngörülmüştür. Niteliği itibariyle şahsa sıkı sıkıya bağlı ( evlenme gibi ) hakların bizzat kullanılması zorunlu ise de, diğer şahsa bağlı haklar özel yetkili vekil aracılığı ile kullanılabilir
Vekilin müvekkilinden özel yetki alması gereken haller kanunlarda sayılmıştır. Borçlar Kanunu’nun 388. maddesinde ortaya konan genel sınırlamanın istisnası kanunda gösterilmedikçe, genel kural uyarınca, vekilin işin gerektirdiği tüm yetkilerle donatıldığını kabul işlem güvenliği ilkesinin zorunlu bir sonucudur. Özel yetki gerektiren haller benzetme yolu ile genişletilemez. Tereke üzerinde tasarruf şahsa bağlı haklardan değildir. Yasaların öngörmediği bir konunun tüzükle benimsenmesine geçerlilik tanınamaz. Medeni Kanun velayet, vesayet ve miras hükümlerinin uygulanmasına ilişkin Tüzüğün 40. maddesinde öngörülen “talep bu konuda yetkisi olan vekil tarafından yapılmış ise” ibaresi yasada yer almadığından mirasın reddinin özel vekaletname gerektirdiği şeklinde yorumlanamaz. Buradaki sözler işin gereği konusunda genel vekaletnamenin bulunmasını ifade eder.
Kaldı ki, sonradan verilen özel vekaletname ile vekilin yaptığı işleme icazet verilmiştir. İcazet, yetkisiz temsilcinin yaptığı işlemlere geçerlilik verir, icazetin hükümleri geriye yürür ( Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 7.4.1965 gün ve 1-26/149 sayılı kararı ).
Bu itibarla, işin esasının incelenerek sonucuna uygun bir karar verilmesi, gerekirken, yazılı gerekçelerle davanın reddi doğru bulunmamıştır.
SONUÇ : Hükmün açıklanan nedenlerle ( BOZULMASINA ), temyiz peşin harcın yatırana geri verilmesine 11.7.1997 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
Davalarınızda uzman bir avukattan yardım almak hukuki açıdan sizi koruyacaktır. Detaylı bilgi için Ankara/Sincan’daki Avukatlık Ofisimizi ziyaret edebilir ya da telefon numaramızdan bize ulaşabilirsiniz.
Bu sitede yer alan yazılar sadece bilgilendirme amaçlıdır. Bu yazılardan kaynaklı herhangi bir sorumluluğumuz bulunmamaktadır. Sitemizdeki makale ve yazıların kopyalanarak, kaynak gösterilmeden, izinsiz bir şekilde başka yerlerde yayınlanması halinde gerekli hukuki işlemler başlatılacaktır.
Evlilik birliği içerisinde edinilmiş malların, mahkeme kararıyla evliliğin sonra ermesinden sonra paylaştırılmasını konu alan davaya mal paylaşım davası denir. Bu dava boşanma davasıyla birlikte açılabileceği gibi boşanma davasının sonuçlanmasından sonra da açılabilir. Boşanma davasıyla birlikte açılması durumunda ise mahkeme, boşanma davasını bekletici mesele yaparak mal paylaşım davasını boşanma davasının sonuçlanmasına kadar bekletir. Boşanma davasının kesinleşmesinden sonra mal paylaşım davası görülmeye başlanır. Boşanma Mal Paylaşım Davası
Türk Medeni Kanun’da eğer eşler arasında evlilik birliği içerisinde edinilen mallar için mal rejimi belirlenmemiş ise kural edinilmiş mal rejimi geçerli olacağı hüküm altına alınmıştır. TMK’nın yürürlük tarihi 01.01.2002 olduğundan dolayı bu tarihten sonraki mal rejimi belirlenmemiş evlilikler için edinilmiş mal rejimi uygulama alanı bulmaktadır.
Mal paylaşım davasının amacı eşlerin evlilik birliği içerisinde edindikleri malların boşanma davasının kesinleşmesiyle birlikte paylaşılmasıdır. Bundan dolayı eşlerim evlilik birliği kurulmadan önce edindikleri mallar, mal paylaşım davasına dahil edilmezler. Mal paylaşımı davası görülürken malların paylaşımı yapılırken dikkat edilen hususlar şunlardır:
Boşanmada mal paylaşımı yapılırken öncelikle her eş kendi kişisel mallarını geri alır, yani bu mallar paylaşıma dahil edilmez. Kişisel mal sayılan bu mallar şunlardır:
Her eş kendi kişisel mallarını aldıktan sonra evlilik içerisinde elde edilen “edinilmiş mallar” yarı yarıya paylaşılır. Evlilik içerisinde elde edilen “edinilmiş mallar” kanunda şu şekilde tarif edilmiştir:
Kural olarak evlilik birliği içerisinde elde edilen mallar edinilmiş mal sayıldığı için aksini iddia eden yani malın kişisel mal olduğunu iddia eden tarafın, bu iddiasını kanıtlaması gerekir. Kanıtlayamadığı takdirdi o mal edinilmiş mallar kategorisinde göre paylaşıma tabi olacaktır. Eşler hangi malların kişisel mal sayılacağına dair evlilik birliği içerisinde sözleşme yaparak belirleyebilirler.
Mal paylaşımı yapılırken eşlerden biri veya her ikisi de denkleştirme hesabı yapılmasını isteyebilir. Bu durum TMK m.230’da düzenlenmiş olup, kişisel bir malın borcu edinilmiş mallardan veyahut edinilmiş malın borcu kişisel mallardan ödenmiş olması gibi durumlarda talep edilir. Sadece bulunan borcun ödenmesinden değil, aynı zamanda malların edinilmesine, iyileştirilmesine veya korunmasına yapılan katkı gibi durumlarda da denkleştirme talebi istenebilmektedir.
Mal paylaşımı davası, boşanma kararının kesinleşmesinden itibaren 10 yıl içinde açılmalıdır (Yargıtay HGK – 2013/520 k). Bu sürenin geçmesiyle mal paylaşımın yapılmasına dair talepte bulunulması mümkün değildir. Boşanma davası ile açılan mal paylaşım davalarında mahkeme, boşanma davasının kesinleşmesini beklemesinden dolayı zamanaşımı sorunu böylelikle daha kolay bertaraf edilmektedir. Aynı zamanda mal paylaşım davası, belirsiz alacak davası olarak açılmalıdır.
Boşanma durumunda olan eşlerin açtığı mal paylaşım davaları 4787 sayılı Kanuna göre Aile Mahkemesinde açılır.
Mal paylaşım davasında yetkili olan mahkeme TMK m.214’ göre;
Tarafların anlaşmalı boşanma için hazırladıkları protokolde evlilik birliği içerisinde edindikleri malları anlaşmaya vardıkları şekilde paylaşabilirler. Taraflar isterse edinilmiş mal rejiminde olduğu gibi paylaşabilecekleri gibi isterlerse kendiler başka bir oranda belirleyebilirler. Eğer taraflar anlaşmalı boşanma protokolünde mal paylaşımı için herhangi bir hüküm koymamışlar ise boşanmanın kesinleşmesinden itibaren 10 yıl içerisinden mal paylaşım davası açabilirler.
Boşanma sonrası mal paylaşım davalarında iyi bir boşanma avukatından yardım almak hukuki açıdan sizi koruyacaktır. Detaylı bilgi için Ankara/Sincan’daki Avukatlık Ofisimizi ziyaret edebilir ya da telefon numaramızdan bize ulaşabilirsiniz. | Sincan Boşanma Avukatı – Sincan Aile Avukatı
Bu sitede yer alan yazılar sadece bilgilendirme amaçlıdır. Bu yazılardan kaynaklı herhangi bir sorumluluğumuz bulunmamaktadır. Sitemizdeki makale ve yazıların kopyalanarak, kaynak gösterilmeden, izinsiz bir şekilde başka yerlerde yayınlanması halinde gerekli hukuki işlemler başlatılacaktır.
Boşanma, devam eden bir evliliğin yasal boşanma sebeplerin varlığı halinde anlaşmalı veya çekişmeli boşanma davası açılarak hâkim kararıyla sona erdirilmesidir. Boşanma davası ile birlikte maddi ve manevi tazminat, nafaka, ev eşyaların paylaşımı gibi boşanmanın fer’ileri, boşanma davası ile çözüme kavuşturulabileceği gibi ayrı bir dava ile boşanma davasının kesinleşmesinden sonra da çözülmesi istenebilir. Boşanma davası açılması, Sincan boşanma avukatı.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’na göre boşanma sebepleri ikiye ayrılır;
Genel boşanma sebepleri:Ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede evlilik birliğinin temelinden sarsılması durumunu oluşturan ve sınırlı sayıda olmayan boşanma sebepleridir. Bu konuda Yargıtay tarafından evlilik birliğinin temelden sarsılmasına yol açacak bazı durumlar;
Özel boşanma sebepleri:TMK’da sınırlı sayıda olarak düzenlenmiş boşanma sebepleridir. Bunlar;
Boşanma davaları iki şekilde açılabilir:
Anlaşmalı boşanma davası (TMK madde 166/3), eşlerin boşanma ile ilgili tüm hususlar üzerinde uzlaşmaları sonucunda açılacak olan dava türüdür. Fakat tüm hususlarda anlaşmaları yeterli olmamakta, TMK da aranan şartların da varlığı gerekmektedir. Şartların gerçekleşmesi ile birlikte hakim evlilik birliğinin temelden sarsıldığını kabul ederken eşlerin boşanmalarına karar verir. Bu şartlar;
Evlilik birliğinin kurulmasından anlaşılması gereken, resmi bir memur önünde gerçekleştirilen nikahın varlığıdır. Bu şekilde kurulan evlilik ilişkisi üzerinden en az 1 yıl geçmiş olması gerekir. Boşanma davası açıldığı sırada bu süre dolmamış olabilir. Fakat yargılama süreci devam ederken sürenin dolması ile bu şart gerçekleşmiş kabul edilir.
Eşlerden biri dava açabileceği gibi ortak bir dilekçe düzenleyerek birlikte de başvurabilirler. Aynı zamanda çekişmeli olarak açılan davanın yargılama süreci devam ederken eşlerin anlaşmaya vardıklarını içeren protokolü mahkeme sunmaları halinde çekişmeli olan dava anlaşmalı boşanma davası olarak sona erebilir.
Kanunda bu şartın düzenlenmesinin amacı, eşlerden birinin anlaşma sırasında iradesinin sakatlanması durumunun olmadığı mahkeme huzurunda tespit edilmesidir. Böylece eğer bir sakatlık durumu olduğu tespit edildiği takdirde hâkim anlaşmalı boşanma talebini reddeder.
Eşlerin anlaşma kapsamında kabul ettikleri anlaşma şartlarını hâkimin uygun bulması gerekir. Uygun görmediği hususların varlığı halinde hâkim değişiklik yapabilir. Fakat davanın anlaşmaları boşanma olduğundan dolayı hâkimin değişiklik yaptığı hususları eşlerin kabul etmesi gerekir. Eşler kabul etmemesi durumunda anlaşmalı boşanma davası çekişmeli boşanma davası olarak görülmeye devam eder.
*Çekişmeli boşanma davalarına nazaran anlaşmalı boşanma davaları daha hızlı bir şekilde sonuçlanır.
Çekişmeli boşanma davası, eşlerin boşanmanın temel unsurları olan boşanma, velayet, tazminat ve nafaka konularından en az biri sebebiyle anlaşamamaları durumunda iddialarını, taleplerini ve savunmalarını mahkemede dile getirmeleridir.
Çekişmeli boşanma davası özel veya genel boşanma sebeplerine dayanılarak açılır. Davanın dayandığı sebepler boşanmanın sonuçları açısından farklılıklar ortaya çıkarır. Bu konuda kusurlu eş bakımından boşanmanın sonuçları daha ağır olur. Aynı zamanda dayanılan özel boşanma sebepleri için farklı zamanaşımları söz konusu olacaktır.
Özel ve genel boşanma sebeplerinin ikisine birden dayanılarak açılan boşanma davalarında öncelikle özel boşanma sebebinin olup olmadığı konusu değerlendirilir. Değerlendirme sonucunda özel bir boşanma sebebinin varlığı kabul edilirse bu sebebe dayanılarak boşanma kararı verilir. Fakat iddia edilen özel boşanma sebebinin varlığı tespit edilemez veya şartlarının oluşmadığı kabul edilirse o zaman genel boşanma sebebi çerçevesinde boşanma kararı verilir.
Sadece özel boşanma sebebine dayanılarak açılan boşanma davasında, hâkim özel bir boşanma sebebinin varlığı tespit edilememesi durumunda genel sebeplere dayanarak karar veremez, davayı reddeder. Böyle bir durumda Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu’nda düzenlenen ıslah hükümlerine başvurarak davayı genel boşanma sebeplerine dayanana boşanma davasına dönüştürülebilir.
Özel boşanma sebeplerinin varlığı ispat edilmesi durumunda hâkim boşanma ya da ayrılık kararı vermek zorundadır.
Çekişmeli boşanma davalarında eşlerin bizzat duruşmalara katılmaları gerekmemektedir. Eşler irade açıklamalarını vekil aracılığıyla ortaya koyabilirler.
Boşanma davasının çekişmeli veya anlaşmalı olduğu fark etmeksizin görevli mahkeme, Aile Mahkemesi’dir.
Boşanma davalarında davalı veya davacının ikametgahı, eşlerin son 6 ay birlikte oturdukları yerdeki Aile Mahkemesi yetkilidir.
Boşanma davasında düğün takıları kime verilir sorusu için diğer makalemizi inceleyebilirsiniz: İncelemek için tıklayınız.
Mal paylaşımının nasıl yapılacağına dair diğer makalemizi de inceleyebilirsiniz: İncelemek için tıklayınız.
Boşanma davalarında uzman bir avukattan yardım almak hukuki açıdan sizi koruyacaktır. Detaylı bilgi için Ankara/Sincan’daki Avukatlık Ofisimizi ziyaret edebilir ya da telefon numaramızdan bize ulaşabilirsiniz.
Bu sitede yer alan yazılar sadece bilgilendirme amaçlıdır. Bu yazılardan kaynaklı herhangi bir sorumluluğumuz bulunmamaktadır. Sitemizdeki makale ve yazıların kopyalanarak, kaynak gösterilmeden, izinsiz bir şekilde başka yerlerde yayınlanması halinde gerekli hukuki işlemler başlatılacaktır.
Ortaklığın giderilmesi davası eski adıyla izale-i şüyu davası, paylı veya elbirliği mülkiyetine konu olan taşınır veya taşınmaz mallarda ortaklar arasında bulunan mevcut birlikte mülkiyet ilişkisi sona erdirip bireysel mülkiyete geçmeyi sağlayan bir dava türüdür.
Ortaklığın giderilmesi davaları sadece paydaşlarca veya ortak maliklerce açılabilmektedir. Dava açılmadan önce paydaşlar veya ortaklar kendi aralarında malı paylaşma kararı çerçevesinde bir anlaşma yapabilirler. Paydaşlar veya ortaklarca anlaşmaya varılamaması durumunda bir ya da birkaç paydaş veya ortak tarafından ortaklığın giderilmesi davası diğer tüm ortaklara veya paydaşlara karşı açılır.
Ortaklığın giderilmesi davalarının amacı, paydaşlar veya ortaklar arasında meydana gelen anlaşmazlık ve uyuşmazlıkların, mahkeme yoluyla çözülmesidir.
Ortaklığın giderilmesi davalarında görevli mahkemeler, taşınır veya taşınmaz mal ve haklar için dava konusu malın değerine bakılmaksızın Sulh Hukuk Mahkemeleridir (6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu, madde 4).
Ortak mülkiyetin konusu taşınmaz bir mal ise, yetkili mahkeme ilgili taşınmazın bulunduğu yerdeki sulh hukuk mahkemesidir (HMK madde 12). Taşınmaz malların ortaklığının giderilmesi davalarında yetki sözleşmesinin kamu düzenine ilişkin olması nedeniyle geçerli olmamakta, taşınırlar için ise yetki sözleşmesinin yapılabilmektedir. Aynı zamanda birden fazla taşınmazın dava konusu edilmesi durumunda taşınmazlardan birinin bulunduğu yer mahkemesi, yetkili mahkemedir (HMK madde 12/3).1
Taşınır ve taşınmaz malların birlikte ortaklığın giderilmesi davasına konu durumunda; bu mallar aynı yerde bulunuyor ise dava o yerde ve şayet taşınır ile taşınmaz mallar ayrı yerlerde bulunuyorsa da taşınırlar için davalının yerleşim yeri mahkemesinde, taşınmazlar için de taşınmazın bulunduğu yer mahkemesinde (HMK madde 6/1) açılır.2
Miras bırakanın terekesiyle ilgili açılacak ortaklığın giderilmesi davasında yetkili mahkeme, miras bırakanın son yerleşim yeri mahkemesidir (HMK madde 11/1).
Paydaşlardan veya ortaklardan biri davayı açmasıyla ortak mülkiyete konu olan malın mevcut paydaşlık oranı varsa ona göre bölünmesini ister. Eğer maddi olarak bölünmesi mümkün değilse malın artırma yoluyla satılıp elde edilen paranın paydaşlar veya ortaklar arasında payları oranında bölünmesini ister.
Paydaşlardan birinin talep etmesiyle malın pay miktarı ve paydaşların sayısı uygun düştüğü ölçüde mahkeme aynen taksim olacak şekilde paylaşmaya karar verir. Talep olmaz ise mahkeme malın satılarak satış bedelinin paydaşlar veya ortaklar arasında paylaşılmasına karar verir.
Paydaşlar paylı mülkiyete konu olan malın sadece aynen taksim ile paylaşılmasını talep etmiş ise mahkeme ya aynen taksim kararı verir ya da malın aynen taksimi mümkün değil ise davanın reddine karar verir. Fakat davacının aynen taksim talebine karşılık davalı paydaşlardan biri satış yoluyla paylaşım talebinde bulunursa, malın aynen taksimi mümkün olmadığı durumda mahkeme satış yoluyla paylaşım yapılmasına karar verir.
Tarafların aynen taksim mümkün iken doğrudan satış suretiyle ortaklığın giderilmesini dava yoluyla talep etmeleri durumunda ise davanın reddi gerekmektedir.3
Malın maddi paylaşımı malda önemli bir değer kaybına yol açıyorsa, hâkim maddi paylaşım yerine paylı mülkiyete konu malın açık artırma ile satışına karar vermektedir. Paylaşım için artırma yoluyla satış usulüne karar veren mahkeme; tüm paydaşların rıza göstermesi durumunda, artırmanın sadece paydaşlar arasında yapılacağına karar verebilir veya bunun yerine artırmanın herkese açık bir şekilde yapılmasını da yerinde görebilir (TMK madde 699/3). Dolayısıyla, paydaşlardan biri bile artırmanın sadece paydaşlar arasında yapılmasına rıza göstermediğinde artırmanın artık herkese açık olarak yapılması gerekmektedir.4
Ortaklığın giderilmesi davasında elde edilen sonuç paydaşlar veya ortaklar açısından aynıdır. Bu yüzden ortaklığın giderilmesi davası, kazanan veya kaybeden tarafı olmayan bir davadır.
Davalarınızda uzman bir avukattan yardım almak hukuki açıdan sizi koruyacaktır. Detaylı bilgi için Ankara/Sincan’daki Avukatlık Ofisimizi ziyaret edebilir ya da telefon numaramızdan (0312 268 34 34) bize ulaşabilirsiniz. | Ortaklığın giderilmesi Avukatı | Ankara Taşınmaz Avukatı
Bu sitede yer alan yazılar sadece bilgilendirme amaçlıdır. Bu yazılardan kaynaklı herhangi bir sorumluluğumuz bulunmamaktadır. Sitemizdeki makale ve yazıların kopyalanarak, kaynak gösterilmeden, izinsiz bir şekilde başka yerlerde yayınlanması halinde gerekli hukuki işlemler başlatılacaktır.