Taraflarca kusur tespiti, maddi ve manevi tazminat kararı, velayet kararı ve nafaka kararı istinaf edilip, boşanma kararı istinaf edilmeyebilir; böylece kısmı istinaf gerçekleştirilmiş olur. Bu durumda boşanma kararı kesinleşir, yalnızca istinaf edilen hususlar yönünden yargılamaya devam edilir. (Bakınız: Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2020/303 E., 2021/242 K., Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2020/97 E., 2021/241 K. ve yine Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2020/175 E., 2021/202 K. sayılı kararları) | Boşanma Kararının Kısmi Olarak Kesinleşmesi
Davacı İstemi:
Davalı Cevabı:
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
Bölge Adliye Mahkemesi Kararı:
Özel Daire Bozma Kararı:
“…Hüküm davalı erkek tarafından kusur belirlemesi, nafaka ve tazminatlar yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
Davacı kadın tarafından erkek eş aleyhine evlilik birliğinin sarsılması nedenine dayalı boşanma davası açılmış, ilk derece mahkemesince boşanmaya ve fer’ilere ilişkin hüküm kurulmuş, ilk derece mahkemesinin bu kararı, davalı erkek tarafından kusur belirlemesi, nafaka ve tazminatlar yönünden istinaf edilmiştir. Bölge adliye mahkemesi, davalı erkeğin, tazminatlar ve nafakaya yönelik itirazlarının esastan reddine karar vermiş; kusur belirlemesine ilişkin itirazların incelenmesinde ise “….boşanma kararının istinaf edilmemesi nedeniyle kusur oranı kesinleştiğinden, taraflardan birinin nafaka ve tazminat yönünden kusura itiraz etmesi, sonuca etkili değildir. Kesinleşmiş mahkeme kararı ile tarafların kusuru belirlendiğinden kesin hükmün bağlayıcılığı kuralı gereği, bundan sonra bu konuda yeniden inceleme yapılamaz, boşanma davasındaki kusur belirlemesi tarafları bağlar….” şeklinde gerekçe ile ilk derece mahkemesinin kusur belirlemesinin kesinleşmiş olması nedenine dayalı işin esasını incelemeksizin reddetmiştir. Bölge adliye mahkemesinin hükmü taraflara tebliğ edilmiş ve bu hüküm yasal süresi içerisinde davalı erkek tarafından aynı sebeplerle temyiz edilmiştir.
Kesin hüküm, hem bireyler için hem de Devlet için hukuki durumda bir kararlılık ortaya koyar. Bununla, hukuki güvenlilik ve yargı erkine güven sağlandığından kamu yararı ile doğrudan ilgilidir.
Kesin hüküm; şekli anlamda kesin hüküm ve maddi anlamda kesin hüküm olmak üzere ikiye ayrılır. Bir hükmün şekli anlamda kesinleşmiş olması, sözü edilen hükme karşı tüm olağan yasa yollarının kapandığı anlamına gelir. Maddi anlamda kesin hükmün koşulları ise 6100 sayılı HMK’nın 303/1. maddesinde “Bir davaya ait şekli anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir.” şeklinde açıklanmıştır. Madde metninden; bir kararın maddi anlamda kesinleşmesi için öncelikle şekli anlamda kesinleşmesi gerektiği anlaşılmaktadır.
6100 sayılı HMK’nın 297. maddesine göre bir mahkeme kararında, tarafların iddia ve savunmalarının özeti, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususlar, çekişmeli vakılar hakkında toplanan delillerin, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesinin, sabit görülen vakıalarla, bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebeplerin birer birer, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekir. Bu kısım hükmün gerekçe bölümüdür. Gerekçe mahkemenin tespit etmiş olduğu maddi vakıalar ile hüküm fıkrası arasında köprü görevi yapar. Gerekçe bölümünde hükmün dayandığı hukuki esaslar, tarafların sundukları maddi vakıaların hukuki niteliği, hükmün dayandığı hukuk kuralları ve bunun nedenleri açıklanır. Hemen belirtmek gerekir ki; hüküm fıkrasına sıkı sıkıya bağlı olan gerekçe kesin hüküm teşkil eder. Hangi gerekçenin hüküm fıkrasına sıkı sıkıya bağlı olduğu, her olayın özelliğine göre belirlenir. Kesin hüküm kural olarak hüküm fıkrasına münhasırdır ve gerekçeye sirayet etmez. Ancak gerekçe, hükme ulaşmak için mahkemece yapılan hukuki ve mantıki tahlil ve delillerden ibaret kalmayıp, hüküm fıkrası ile ayrılması imkansız bir bağlılık içinde bulunuyor ise, istisnaen bu kısmın da kesin hükme dahil olduğunu kabul etmek gerekir.
Somut olayın açıklanan ilkeler çerçevesinde değerlendirilmesine gelince:
Davacı kadın tarafından Türk Medeni Kanunu’nun 166/1. maddesine göre boşanma davası açılmış, ilk derece mahkemesince; boşanmaya neden olan olaylarda; kadının kusursuz ve erkeğin tam kusurlu olduğu kabul edilerek, boşanmaya ve fer’ilere ilişkin hüküm kurulmuş, ilk derece mahkemesinin bu kararı, davalı erkek tarafından boşanma kararına itiraz edilmeksizin; kusur belirlemesi, nafaka ve tazminatlar yönünden istinaf edilmiştir.
Türk Medeni Kanunu’na göre; boşanma davalarının eki niteliğinde sayılan yoksulluk nafakası, maddi ve manevi tazminatlar, “Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla, geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz” (TMK.m.175) ve “mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddi tazminat isteyebilir. Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevi tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir.” (TMK.m.174/1,2) denilmek suretiyle madde metinlerinde kusur unsuruna açıkça yer verilmiştir. Belirtilen kusur unsurunun; boşanmaya sebebiyet veren olaylarda tarafların kusur durumunu yorumladığı şüphesizdir.
Boşanma davasının eki niteliğindeki nafaka ve tazminat taleplerine ilişkin uygulamada; isteklerin tümü-yasadan kaynaklı birbirlerinin eki niteliğinde bulunduklarından boşanma kararı ve boşanmanın fer’ilerine ilişkin kararlar, hükmün gerekçesiyle ve de gerekçede belirlenen “Boşanmaya sebebiyet veren olaylarda tarafların kusur durumu” ile birbirlerine sıkı sıkıya bağlıdırlar. Boşanma davası ile nafaka ve tazminat davaları arasında hukuki sebep birliği yoksa da birbirlerinin eki olması itibariyle aralarında sıkı sıkıya bağlı, biri olmadan diğerinin varlık kazanamayacağı sebep ve sonuç ilişkisi vardır. Tarafların, boşanmaya sebebiyet veren olaylarda kusur unsurunun tespit edilmiş olunduğu gerekçe; münhasıran boşanma hükmüne değil, boşanma ve eki niteliğinde talep edilen istemlere ilişkin kurulan hükümlerin tümünün gerekçesidir. Kesinlik sadece hüküm fıkraları için söz konusu ise de; hüküm fıkraları ile gerekçe arasında anlatıldığı şekilde zorunlu bir bağ varsa hükmün gerekçesi de kesinlik kazanır. Boşanma davasıyla belirlenen “Kusur unsurunun” tespit edildiği gerekçe bölümünün; kesin hüküm ve kesin delil oluşturduğundan söz edilebilmesi için yukarıda anlatıldığı şekilde, kusur belirlemesi aleyhine olağan kanun yoluna başvurulmaksızın ve yahut olağan kanun yollarına başvurularak tüketilmiş olması sonucunda ancak şekli anlamda kesin hüküm oluşturduğundan bahsedilebilinecektir.
Somut olayda; boşanmaya sebebiyet veren olaylarda davalı erkek tam kusurlu bulunmuş, buna ilişkin gerekçeye dayalı olarak da boşanmaya ve fer’ilerine karar verilmiştir. Hüküm davalı erkek tarafından açıkça kusur belirlemesi, nafaka ve tazminatlara ilişkin istinaf edildiğinden ilk derece mahkemesince tespit edilen kusur durumunun yazılı olduğu gerekçe bölümü aleyhine olağan kanun yoluna başvurulmuş olması nedeniyle şekli anlamda kesinleşmediği ve HMK m. 303/1 maddesi gereği şekli anlamda kesinleşmeyen bir hükmün maddi anlamda da kesin hüküm oluşturmadığı dikkate alınmaksızın kesin hükmün varlığına dayalı olarak bölge adliye mahkemesince; davalı erkeğin kusur belirlemesine ilişkin itirazının esası incelenmeksizin reddine karar verilmesi doğru olmamıştır. O halde; bölge adliye mahkemesince yapılacak olan iş; ilk derece mahkemesinin kusur belirlemesine ilişkin tüm deliller değerlendirilerek tarafların kusur durumunun belirlenmesi ve bu belirlemeye bağlı olarak boşanmanın fer’i niteliğinde bulunan yoksulluk nafakası ve tazminatlar yönünden karar vermekten ibarettir. Bu husus gözetilmeden yazılı şekilde karar verilmesi hukuka aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir,…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararının Temyizi:
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; ilk derece mahkemesince tarafların boşanmaya sebep olan olaylarda gerçekleştirdiği kabul edilen kusur belirlemesinin, hükmün boşanma fıkrasına yönelik bölümünden bağımsız şekilde istinaf kanun yoluna konu edilip edilemeyeceği, burada varılacak sonuca göre; bölge adliye mahkemesinin, ilk derece mahkemesince kabul edilen kusur belirlemesine yönelik inceleme yapmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
“Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir.
Yukarıdaki fıkrada belirtilen hâllerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir.
Evlilik en az bir yıl sürmüş ise, eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi hâlinde, evlilik birliği temelinden sarsılmış sayılır. Bu hâlde boşanma kararı verilebilmesi için, hâkimin tarafları bizzat dinleyerek iradelerinin serbestçe açıklandığına kanaat getirmesi ve boşanmanın malî sonuçları ile çocukların durumu hususunda taraflarca kabul edilecek düzenlemeyi uygun bulması şarttır. Hâkim, tarafların ve çocukların menfaatlerini göz önünde tutarak bu anlaşmada gerekli gördüğü değişiklikleri yapabilir. Bu değişikliklerin taraflarca da kabulü hâlinde boşanmaya hükmolunur. Bu hâlde tarafların ikrarlarının hâkimi bağlamayacağı hükmü uygulanmaz.
Boşanma sebeplerinden herhangi biriyle açılmış bulunan davanın reddine karar verilmesi ve bu kararın kesinleştiği tarihten başlayarak üç yıl geçmesi hâlinde, her ne sebeple olursa olsun ortak hayat yeniden kurulamamışsa evlilik birliği temelden sarsılmış sayılır ve eşlerden birinin istemi üzerine boşanmaya karar verilir.” hükmünü taşımaktadır.
Açıklanan nedenlerle;
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda yazılı değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Kesin olmak üzere, 11.03.2021 tarihinde yapılan ikinci görüşmede, oy çokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY
Hükümde bulunması gereken hususlar HMK 297. maddede sayılmış olup; hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir (HMK 297/2).
Hükümde, hüküm sonucunun yer alması yeterli olmayıp ayrıca bu hüküm sonucunun gerekçesi de bulunmalı ve bu gerekçe; tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri de içermelidir (HMK 297/1-ç). Bu hususları içermeyen bir gerekçe görünürde gerekçe olup gerçek bir gerekçe kabul edilemeyeceği gibi usulüne uygun Kanunun aradığı anlamda gerekçe taşıyan bir hüküm kurulduğundan da söz edilemez.
Bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılmasının zorunlu olması 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 141/3. maddesinde anayasal bir ilke olarak yer almaktadır.
Hükümde gerekçe bulunması zorunluluğu yukarıdaki hükümler yanında HMK 298/3. maddede ayrıca belirtilmiştir.
Bu zorunluluk, hükmün gerekçesi ile hüküm fıkrası arasında çelişki yaratılmamasını da gerektirir. Gerekçeyle çelişen bir hüküm sonucunun da Kanun ve Anayasa hükmü olarak aranan anlamda bir gerekçe içerdiği kabul edilemez.
Gerekçeli karar, tefhim edilen hüküm sonucuna aykırı olamaz (HMK 298/3). Bu aynı zamanda Anayasanın 141/1. ve HMK 28. maddesindeki aleniyet ilkesinin de bir sonucudur. Zira tefhim edilen karara aykırı gerekçe yazılması aleniyet ilkesinin açık ihlâli niteliğini taşıyacaktır.
Yukarıdaki hükümlerin de bir sonucu olarak gerekçeli karar; hüküm sonucu kadar gerekçesiyle de bir bütün olup hüküm sonucu ve gerekçe birbirini tamamlamaktadır. Bu bağlılık ve tamamlayıcılık, hüküm sonucu ve gerekçenin birbirinden bağımsız olmadığını ve sabit görülen vakıaları da belirten gerekçeden bağımsız olarak hüküm sonucunun kesinleşmeyeceğini ortaya koymaktadır.
Gerekçe ile hüküm sonucu arasındaki ilişki bakımından şekli anlamda kesin hüküm ve maddi anlamda kesin hüküm kavramları üzerinde de durmak gerekir. Şekli anlamda kesin hüküm kesinleşmiş bir hükmün varlığının ortaya çıkması, maddi anlamda kesin hüküm ise kesinleşen bir karar varken aynı konuda yeniden dava açılamayacağı ve bu hükme aykırı yeni bir hüküm verilemeyeceğiyle ilgilidir.
Bir mahkeme kararına karşı başvurulabilecek kanun yolunun hiç olmaması veya mevcut olan kanun yollarının tüketilmesi ya da süresinde kanun yollarına başvurulmaması hâllerinde şekli anlamda kesinlik gerçekleşir.
Bir davaya ait şeklî anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir (HMK 303/1).
“Kesin hüküm, hükmü veren mahkeme de dâhil bütün mahkemeleri bağlar. Daha açık bir şekilde ifade etmek gerekirse mahkemeler aynı konuda, aynı dava sebebine dayanarak, aynı taraflar hakkında verilmiş olan hüküm ile bağlıdırlar; aynı uyuşmazlığı bir daha (yeniden) inceleyemezler; bu hâliyle kesin hüküm bir defi değil itirazdır. Bu bağlılık kural olarak hüküm fıkrasına münhasırdır ve gerekçeye sirayet etmez. Ancak gerekçe hükme ulaşmak için mahkemece yapılan hukuki ve mantıki tahlil ve istidlallerden (delillerden yargıya varma) ibaret kalmayıp, hüküm fıkrası ile ayrılması imkânsız bir bağlılık içinde bulunuyor ise istisnaen bu kısmın da kesin hükme dâhil olduğunu kabul etmek gerekir. Hangi gerekçenin hüküm fıkrasına sıkı sıkıya bağlı olduğu her olayın özelliğine göre belirlenir.” (Yargıtay HGK’nın 06.11.2018 T. 2016/22-393 E. 2018/1612 K. ve 06.05.2018 T. 2017/19-1628 E.-2018/1098 K. sayılı kararları).
Usuli kazanılmış hak ile maddi anlamda kesin hüküm birbirinden farklı kavramlardır. Usuli kazanılmış hak henüz kesin hükmün oluşmadığı bir davadaki aşamalarla ilgilidir. Bir tarafın hükme karşı kanun yolu başvurusunda bulunmaması, bulunmakla birlikte bazı kısımları için kanun yolu isteği olmaması veya, mahkemenin bozma kararına uyması gibi nedenlerle usuli kazanılmış hak doğabilir.
Usuli kazanılmış hak, ilgili kısımların şekli veya maddi anlamda kesin hüküm oluşturacak şekilde kesinleşmesi değildir. Bu nedenledir ki usuli kazanılmış hakkın istisnalarının söz konusu olduğu, yeni bir kanun hükmü veya içtihadı birleştirme kararı çıkması gibi bazı hâllerde usuli kazanılmış hak söz konusu olmayacak ve gerçekleşen bu aşamalara rağmen farklı bir karar verilebilecektir. Karar kesinleştikten sonra ise bu usuli kazanılmış haklar bir önem taşımayacak ve bu kazanılmış haklara aykırı bir karar verilmiş olsa bile kanun yoluna başvurulmayarak kesinleşmesi ile artık kesinleşen hüküm esas alınarak değerlendirme yapılacaktır.
Hükmün verilmesi ve kanun yolu aşamalarında bu usuli kazanılmış haklar da gözetilerek verilen kararlar ile kesin hüküm oluştuktan sonra artık bu kesin hükme müdahalede bulunulamaz. Kesin hükmün dava şartı olarak düzenlenmesi (HMK 114/1-i) ile bu yasak; taraflar için aynı konuda yeniden dava açılabilmesini, mahkeme için ise bu kesin hükme aykırı olarak davayı görmesi ve karar vermesini engeller.
Bir hükmün şekli anlamda kesinleşmesinden sonra o hükmün kesin hüküm etkisi ortaya çıkar. Aynı davanın, daha önceden açılmış ve görülmekte olmaması (derdestlik) dava şartı ise de (HMK 114/1-ı), görülmekte olan dava kesinleşmiş ise derdestliğe ilişkin dava şartı eksikliği ortadan kalkacak bunun yerine yine bir dava şartı olan kesin hüküm (HMK 114/1-i) devreye girecektir.
Kesin hükmün etkisinin ortaya çıkması için davanın açıldığı tarihin yani davanın önce, sonra veya birlikte açılmış olmasının önemi olmadığı gibi kesin hükmün oluştuğu kararın aynı dosyada veya farklı bir dosyada verilmiş olmasının da önemi yoktur. Yeter ki maddi anlamda kesin hüküm oluşturan şekli anlamda kesinleşmiş bir karar bulunsun.
Bu usul kuralları yanında evlilik birliğinin temelinden sarsılması nedenine dayalı boşanma davaları için hüküm sonucu ve gerekçe bağlantısı yönünden maddi hukuk kurallarının da değerlendirilmesi gerekir.
Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir (TMK 166/1).
Yukarıdaki fıkrada belirtilen hâllerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir (TMK 166/2).
Bu hükümlerden görülmektedir ki boşanma kararı verilebilmesi için davalının kusurunun bulunması gerekir. Davalı kusursuz ise HMK 166/3. maddedeki istisna dışında boşanma kararı verilmesi mümkün değildir.
Kusur boşanma için arandığı kadar boşanmanın ferî niteliğindeki bazı talepler için de önemli bir unsurdur. TMK 174. maddedeki maddi ve manevi tazminat ile TMK 175. maddedeki yoksulluk nafakası da kusuru esas alan bir düzenleme içermektedir.
Bu tazminatlar ve nafakada esas alınacak kusur, tarafların dayandığı vakıaları değerlendirerek mahkemenin sabit kabul ettiği ve bunlara dayalı olarak boşanmaya karar verdiği vakıalardan ortaya çıkan kusurdur. Diğer bir ifadeyle 174 ve 175. maddede yer verilen kusur unsuru tarafların boşanmaya sebebiyet veren vakıalardaki kusur durumunu esas almaktadır.
“Türk Hukuku’nda kusurlu olup olmama durumu boşanmanın mali sonuçları yönünden önem taşıdığı dikkate alındığında, kusur ve nedensellik bağı kavramlarının da açıklanması gerekmektedir. Boşanma nedeniyle yoksulluk nafakası ve tazminat ödenmesine karar verilebilmesi için; bir eşin “kusurlu davranışları” ile diğer eşte “tazminatlar yönünden zarar oluşumu ve yoksulluk nafakası yönünden ise yoksulluğa düşme durumu” arasında “nedensellik bağı” olmasını gerektirir. Daha açık bir ifadeyle eşte oluşan zarar ve yoksulluğa düşme olguları; boşanmaya sebep olan olaylarda gerçekleştiği kabul edilen kusurlu davranışlar nedeniyle oluşmalıdır. Hâkim; olayların alışılan akışına ve yaşam deneyimlerine göre, kusurlu eşin boşanmaya sebebiyet veren eylemlerinin, diğer eşte ağır zarar yaratması ve eşin boşanma nedeniyle yoksulluğa düşecek olması arasında uygun nedensellik bağını kurduğu takdirde tazminat ve nafaka ödenmesine karar verebilir. Hâkim, evlenmeden önce olan ya da boşanmaya sebep olmayan olayları nedensellik bağının kurulmasında ölçü olarak alamaz. İşte bu sebeple; eşlerin kusurlu davranışlarının boşanmaya sebep olup olmadığı yönünde kurulması gereken “nedensellik bağı” kavramının, boşanmaya sebep olduğu iddia edilen vakıaların gerçekleşip gerçekleşmediği hususunu inceledikten sonra tarafların boşanmalarına karar verilmesinin gerekip gerekmediğine hükmeden mahkeme tarafından yapılmış olması gerekliliği hususu kuşkusuzdur. Zira taraflar yönünden boşanma kararını veren hâkim: o evliliğe münhasır, tarafların boşanmaya sebep olan kusurlu davranışlarını belirlemiş ve boşanma kararı vermiştir. Tartışmasız olduğu üzere, taraflar yönünden boşanmaya sebep olan olay veya olaylar artık belirlenmiştir. Boşanma kararının verildiği hükmün kesinleşmesi itibariyle, artık o evlilik nedeniyle doğmuş veya doğacak olan tüm davalar boşanma kararının verildiği mahkeme kararında yer alan kusur belirlemesi ile bağlıdır ve bu durumun doğal sonucu olarak yapılan kusur belirlemesi, başka bir mahkemenin kararında tartışılamayacağı gibi yeniden kusur belirlemesi yapılmasına da imkân tanımayacaktır.” (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2017/2-2291 Esas, 2020/845 Karar sayılı ve 04.11.2020 tarihli kararı & 24)
Boşanma davalarında gerekçede tartışılan ve sabit kabul edilen vakıalara dayalı olarak belirlenen kusur, hüküm sonucuyla sıkı sıkıya bağlıdır. Boşanma sonucuna karşı çıkılmamakla birlikte mahkemenin gerekçesine ve bu gerekçede belirlenen kusur belirlemesine karşı çıkılıyorsa yapılacak kanun yolu başvurusunun kapsamı bazı usuli kazanılmış haklar doğursa da boşanma hükmü ve gerekçesi bir bütün olarak kesinleşmeyecektir.
Bir yandan boşanma hükmünün kanun yoluna başvurulmayarak kesinleştiği kabul edilip, diğer yandan bu hükmün boşanmaya esas kusur yönünden kanun yoluna götürülebileceğini kabul etmek; hüküm sonucunun kesinleşmesi, bunun gerekçesinin ise kesinleşmemesi gibi hükümlerin gerekçeli olması zorunluluğuyla bağdaşmayan bir sonuç ortaya çıkaracaktır.
Boşanma hüküm sonucu kesinleşmiş olmasına rağmen, kusur temyizi nedeniyle boşanmaya sebep kabul edilen vakıaların tekrar tartışmaya açılabilecek ve farklı bir sonuca varılabilecek olmasının usulde hiçbir dayanağı olmadığı gibi maddi hukukla bağdaşmayan sonuçları da ortaya çıkacaktır. Örnek vermek gerekirse; kusura ilişkin istinaf veya temyiz başvuruları sonucu davacı tümüyle kusurlu hâle gelmiş ise veya her iki taraf tümüyle kusursuz hâle gelmiş ise boşanma koşulları gerçekleşmediği hâlde boşanmaya hükmedilmiş olacaktır.
Usul kurallarımızda hüküm sonucu ve gerekçesinin birbirinden bağımsız olarak kesinleştiğinin kabul edilmesini gerektirir bir hüküm bulunmadığı gibi yukarıda açıklanan hususlar gerekçe ve hüküm sonucu için şekli anlamda kesinliğin birlikte gerçekleşeceğini de ortaya koymaktadır.
Yukarıda yer verilen kurallar ve açıklamaların sonucu olarak boşanma sonucu istenmekle birlikte boşanmaya esas alınan vakıaların kabul ediliş biçimi ve buna bağlı olarak belirlenen kusur durumuna itiraz edilerek kanun yolu başvurusunda bulunulmuş ise burada hükmün gerekçesinin temyiz edilmesi söz konusudur. Gerekçenin doğru olmadığının ileri sürülmesiyle bu gerekçe kesinleşmediği gibi bu gerekçeye bağlanan hüküm sonucu da kesinleşmeyecektir. Buna rağmen boşanma hükmünün istinaf veya temyize götürülmediği belirtilerek kesinleştirilmesi isteniyor ve bu beyana dayalı olarak yargısal uygulamada boşanma kararının kesinleştiği ve nüfusa işlenebileceği kabul ediliyorsa artık bu boşanma kararı gerekçesiyle ve gerekçede sabit kabul edilen vakıalar ve buna bağlanan kusur derecesiyle kesinleşmiş olacak ve kesinleşmeyen ferî talepler yönünden bu kesin hükmün varlığı dikkate alınacaktır.
Somut olayda boşanma hükmünün istinafa konu edilmeyerek kesinleştiği, bölge adliye mahkemesi hukuk dairesi ile özel daire arasında uyuşmazlık konusu değildir. Uyuşmazlık boşanma hüküm sonucu kesinleşmiş olmasına rağmen kusura ilişkin istinaf başvurusu yapılması hâlinde boşanma hükmünün gerekçesi ve bu gerekçede sabit kabul edilen vakıalar ve buna bağlı kusur durumunun yeniden incelenip incelenemeyeceği noktasındadır. Bunun bir diğer anlamı boşanma hüküm sonucu kesinleştiği hâlde bu hüküm sonucu gerekçesinin kesinleşmemiş sayılarak istinaf incelemesine konu edilip edilmeyeceğidir.
Mahkeme ile özel daire; boşanma hükmünün kesinleştiğini kabul ettiğine göre burada usuli kazanılmış hak değil maddi anlamda kesin hüküm söz konusu olacaktır. Boşanma hükmü kusura bağlı olduğundan kusura ilişkin gerekçe de kesin hüküm oluşturacaktır. Kesin hüküm oluşturan gerekçe karşısında artık gerekçede yer alan sabit kabul edilen vakıaların ve buna bağlı belirlenen kusurun istinaf aşamasında tekrar değerlendirilerek farklı bir sonuca varılabilmesi mümkün değildir.
Yargısal uygulamalarda boşanma davası kesinleştikten sonra açılan boşanmaya bağlı yoksulluk nafakası ile maddi ve manevi tazminat davalarında boşanma davasında kesinleşen kusurun bağlayıcı olacağı da kabul edilmektedir. Boşanma kararının bu davalar açılmadan kesinleşmiş olması ile boşanma kararının aynı dava içinde kesinleşerek kesin hüküm hâline gelmiş olması hâline birbirinden farklı usul sonuçları bağlanmasına dayanak teşkil edebilecek bir usul kuralı da bulunmadığından bu hâlde dahi kesin hükme değer verilerek sonuca gidilmelidir.
Boşanma hüküm sonucunun kesinleştiği ancak gerekçesinin kesinleşmediği kabul edilerek boşanma sonucu için sabit kabul edilen vakıaların boşanmaya bağlı olarak hükmedilecek yoksulluk nafakası ve tazminat talepleri için kaldırılıp değiştirilmesi gerekçesiz biçimde bir hükmün kesinleşebileceğini kabul etmek anlamına gelecektir. Boşanma gerekçesinin kesinleştiği kabul edildiğinde ise, boşanma için sabit kabul edilen vakıalar ile yoksulluk nafakası ve tazminat talepleri için sabit kabul edilen vakıalar farklı hâle gelebilecektir. Her iki durum; boşanma ve ferîlerine ilişkin maddi hukuk kurallarıyla bağdaşmayacağı kadar usulün temellerinden olan gerekçe ve hüküm sonucu ilişkisi, hükmün gerekçeli olması kadar bu gerekçenin çelişki içermemesi zorunluluğuyla da bağdaşmayacaktır.
Yukarıda yapılan açıklama ve sözü edilen kurallarla birlikte somut olay değerlendirildiğinde, boşanma kararının temyiz edilmeyerek kesinleşmesi ile boşanmaya esas olan kusurun da kesinleşeceği ve istinaf başvurusuna konu edilemeyeceğine değinen direnme kararı yukarıda açıklanan esaslara uygun olarak verilmiş olduğu için direnme uygun bulunarak buna göre işin esasının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerektiği görüşünde olduğumuzdan hükmün bozulması yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyoruz.
Davalarınızda uzman boşanma avukatından yardım almak hukuki açıdan sizi koruyacaktır. Detaylı bilgi için Ankara/Sincan’daki Avukatlık Ofisimizi ziyaret edebilir ya da telefon numaramızdan (0312 268 34 34) bize ulaşabilirsiniz. | Sincan Boşanma Avukatı | Ankara Boşanma Davaları
Bu sitede yer alan yazılar sadece bilgilendirme amaçlıdır. Bu yazılardan kaynaklı herhangi bir sorumluluğumuz bulunmamaktadır. Sitemizdeki makale ve yazıların kopyalanarak, kaynak gösterilmeden, izinsiz bir şekilde başka yerlerde yayınlanması halinde gerekli hukuki işlemler başlatılacaktır.
Boşanma sonrası düğün takıları kime verilir? Düğün takıları kime aittir? Erkek düğün takılarını alabilir mi? gibi soruları bu yazı ile cevaplamaya çalışacağız.
Düğün sırasında takılan takılar kadına aittir. Erkeğe takılan takılar ise düğünün yapıldığı yere göre gelenek, örf ve adete bakılarak değerlendirilir. Fakat bu hususta Yargıtay’ın genel kabul ettiği görüş şu şekildedir: “Kural olarak düğün sırasında takılan ziynet eşyaları, kim tarafından, kime takılırsa takılsın, kadına bağışlanmış sayılır ve artık kadının kişisel malı sayılır.” Ek olarak Hukuk Genel Kurulu, kadının rızası ile bozdurulup harcanan düğün takılarının iadesinin istenemeyeceğini söylemiştir. Bu durumda kadının talep ettiği düğün takılarının bozdurularak harcanmasında rızasının olduğunu davalı yani erkek tarafça ispat edilmesi gerekmektedir.
Bu konuda istisnalar mevcut bulunabilmektedir. Örneğin: Davacı kadın ortak konutu tasarlayarak terk etmesi durumunda düğün takılarını yanında götürmüş kabul edilmektedir. Böylece düğün takılarının iadesini talep eden kadın öncelikle ziynet eşyalarının ortak konutta kaldığını veyahut bu tür eşyalara koca tarafından el konulduğunu kanıtlamalıdır. Tam tersi durumda ise yani kadın evden zorla kovulmuş veya gönderilmiş ise ziynet eşyalarının erkek tarafında kaldığı kabul edilir. Bu durumda ise aksini kanıtlamak erkek tarafa düşmektedir.
Düğünde takılan takıların kişisel mal sayılmasından dolayı boşanma sırasında veya sonrasında mal paylaşımı hesaplamasına dahil edilmezler.
Düğünde takılan takılar ve çeyiz eşyaları hakkındaki talepler boşanma davasının eki niteliğinde değildir. Bu husustaki talepler boşanma davasının eki olmadığından boşanma davasının kesinleşmesiyle düğün takıları veya çeyiz eşyalarında talep hakkından vazgeçildiği anlamına gelmemektedir. Böylece düğün takıları ile çeyiz eşyalarına dair talepler boşanma davasıyla birlikte ileri sürülebileceği gibi boşanma davasının kesinleşmesinden sonra ayrı bir dava yoluyla da ileri sürülebilirler.
Düğün takılarının tazminine ilişkin açılan davada söz konusu davaya konu olan takıların aynen iadesi istenebileceği gibi iadesi mümkün olmaması durumunda bedelinin ödenmesi istenebilir. Böylece açılacak davanın terditli dava şeklinde açılması davacı için daha faydalı olacaktır.
Düğün takılarının mevcut bulunmasından dolayı aynen iadesi talebiyle açılacak davanın türü “istihkak davasıdır.” Takıların aynen iadesini konun alan istihkak davasının açma süresi zamanaşımına tabi değildir, her zaman açılabilir.
Davaya konu takılarının mevcut bulunmaması durumunda açılacak davada düğün takılarının bedeli talep edilir. Düğün takılarının bedelinin ödenmesi talebini konu olan davanın açılmasında ise zamanaşımı süresi 10 yıldır. Bu zamanaşımı süresi boşanma davasının kesinleşmesinden sonra işlemeye başlar.
Davalarınızda uzman bir avukattan yardım almak hukuki açıdan sizi koruyacaktır. Detaylı bilgi için Ankara/Sincan’daki Avukatlık Ofisimizi ziyaret edebilir ya da telefon numaramızdan bize ulaşabilirsiniz. | Ankara Boşanma Avukatı
Bu sitede yer alan yazılar sadece bilgilendirme amaçlıdır. Bu yazılardan kaynaklı herhangi bir sorumluluğumuz bulunmamaktadır. Sitemizdeki makale ve yazıların kopyalanarak, kaynak gösterilmeden, izinsiz bir şekilde başka yerlerde yayınlanması halinde gerekli hukuki işlemler başlatılacaktır.